Atatürk Döneminin Derinlikleri ve Tarihsel Analizler
Atatürk Döneminin Derinlikleri
Patronlar Dünyası'nın haberine göre; Atatürk’ün yaşadığı dönem, iki dünya savaşı arasındaki karmaşık bir süreçtir. Bu zaman dilimi, yalnızca demokrasi fikrinin değil, aynı zamanda Avrupa medeniyetinin birçok parlak yönünün de karanlık bir döneme girdiği bir zamandır. Demokrasi fikrini temellendiren düşünürler dahi, Anglosaksonlar dışında, çok partili rejimin karşıtı olmuşlardır. Onlar, demokrasiyi bir şarlatanlık, burjuva aldatmacası veya daha da ileri giderek “Yahudi komplosu” olarak nitelendirmişlerdir. Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin lideri olan Atatürk’ün, demokrasi karşıtı herhangi bir beyanatının olmadığı aşikardır.
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu mücadelesini sürdürdüğü ve ilk büyük zaferini kazandığı günden itibaren (yani Eylül 1921 Sakarya Zaferi), Türkiye’nin kurucu Gazi mareşali ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin başkanı olarak uluslararası alanda dikkat çekmiştir. Ancak, çağdaşı olan Türk aydınları, özellikle Halide Edip Hanım gibi önemli figürler, onun üzerine çok çarpıcı görüşler ve tasvirler sunmuşlardır. Nazım Hikmet de, yaşça daha genç olmasına rağmen, bu kuşağın önemli bir temsilcisi olarak Kuvâyi Milliye Destanı’nda çizdiği Atatürk portresiyle, samimi ve vatansever bir resim sunmuştur; bu eser, adeta anıtsal bir nutuk niteliğindedir.
İki Harp Arası Dönem
Gazi Paşa ile İstiklal Harbi’ni yaşayan, Anadolu Ajansı’nın kurucusu ve gerçek mimarı Halide Edip Hanım ile eşi Adnan Adıvar, bir süre sonra onunla ideolojik çatışmaya girmişlerdir. Çatışmanın temel sebebi demokrasi ve liberalizm olmuştur. Ancak, bu saygın ikilinin gerçekle teması konusunda tereddütlerim var. Atatürk’ün dönemi, iki dünya savaşı arasında sıkışmış bir zaman dilimidir ve bu dönem, sadece demokrasi fikrinin değil, Avrupa medeniyetinin tüm parlak yönleri için bir çöküş dönemidir. Bu dönemde, Türkiye Cumhuriyeti liderinin demokrasiye karşı hiçbir açıklamasının olmaması dikkat çekicidir.
Hariciye Vekâleti arşivimizin dağınıklığı dolayısıyla, önemli belgeler bazen yanlışlıkla karıştırılmakta ve kaybolmaktadır. Ancak, merhum büyükelçi ve tarihçi Bilal N. Şimşir’in bulduğu, faşist diplomatik çevrelerdeki sefirlerimizin ve diplomatlarımızın nasıl hareket etmesi gerektiğine dair Atatürk’ün talimatları oldukça çarpıcıdır. Führer Almanyası ile kimsenin gırtlak gırtlağa gelme durumu yoktu. Ancak, cumhuriyeti kuran kadronun bu tarafı son derece sağlamdır; Almanlara karşı bir güvensizlik vardı. Batı demokrasisi, Kemalist grup nezdinde “Anglosaksonlar” olarak adlandırılıyordu. Britanya, Kemalist Türkiye’nin politik husumet dolayısıyla başında çok çekiştiği ama Lozan’dan sonra ister istemez yakın durduğu, saygı gösterdiği bir ülke olmuştur. Birleşik Devletler’e de o dönemde benzer bir mesafeden bakılmıştır.
Daron Acemoğlu ve Üç Temel Konuİnsanlarımız bu dönemi yeterince anlamakta zorlanıyorlar. Daron Acemoğlu, 1980’lerden beri Ankara’da, Siyasal Bilgiler muhitinde, İstanbul’da Sencer Divitçioğlu Hoca’nın etrafındaki arkadaşlarım arasında ismi sıkça anılan bir isimdi. İktisadi hayatın dengelerinin kurulmasında tüketici kalıplarının önemini vurgulayan bir yaklaşımı olduğu söylenirdi. Bu karakteriyle yazdıklarını geç okudum. Meslek hayatındaki gelişmeler ve hakkında yapılan uzun analizler, ciddi bir iktisatçı ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Hatta bazıları onun ileride Nobel ödülü alabileceğini bile dile getiriyordu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin saygın bir hocasının, Kevork Acemoğlu’nun oğlu olduğunu biliyoruz. İstanbul Ermeni toplumunun seçkin bir ailesine mensuptur ve Galatasaray gibi milli bir müessesede eğitim almıştır. Belki de biraz erken olarak Amerika’ya adım atmıştı. Eğer lisansında ciddi bir tarih bilgi birikimi edinebileceği bir İngiliz üniversitesinde veya Fransa’da eğitim almayı tercih etseydi, daha farklı bir konumda olabilirdi.
Şunu söylemek istiyorum; tarihçilik, bazı başarılı statülerle otomatik olarak gelen bir yetenek değildir. Bizde iktisatçı olduğu hâlde tarih dalında gelişen, uğraşan kişiler de bulunmaktadır. İlhan Tekeli mühendis şehircidir ama cumhuriyetin iktisat tarihi üzerindeki ilginç ve ayrıntılı monografileriyle tanınmaktadır. Bana her zaman bu muhterem hocanın söylediği bir şey vardı; “tarih başka bir şeydir”. Evet, Johann Gustav Droysen’in dediği gibi “tarih bilim değildir, bilimin üstündedir”. Acemoğlu’nun Arapların Osmanlı dönemindeki iktisadi gelişimi üzerine Oksijen gazetesinde kaleme aldığı yazısını okudum; maalesef içeriği oldukça yüzeyseldi. Anglosakson tarihçiler arasında ve özellikle İsrail’de, 19. yüzyıl Arap ülkeleri üzerine yazılan ciddi araştırmalar mevcuttur. Acemoğlu’nun bu konudaki yorumları, kampüsteki Arap entelektüellerinden esinlenerek yazıldığı aşikardır.
Daron Bey’in oradaki ifadesine göre, Osmanlı döneminde bir gelişme yaşanmamış; ancak tarihi izleyen Mark Sykes gibi figürler, farklı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Daron Bey’in bu gazetede Macaristan üzerindeki yazısını da inceledim; “Macaristan demokrat değil, Avrupa Birliği’nden atılmalı” demiş. Bu ifadeleri, Amerikalı olsa da MIT’de profesör olsa da, doğu kökenli bir delikanlı olarak değerlendirmek gerekir. Avrupa tarihini ne kadar incelediğini merak ediyorum. Eğer Macaristan Avrupa Birliği’nden atılırsa, o Avrupa Birliği’nin neye yarayacağı da açık bir sorudur; herhalde Romanya ve Bulgaristan ile devam edecek bir birliktelik olamaz. Bu tür ifadeleri, akşam kahve sohbetlerinde dile getirmek daha yerinde olurdu. O dönemde Nobel ödülü almamıştı ama yine de saygın bir akademik kurumun değerli bir hocasıydı. Bu tür düşünceleri açıkça ifade etmek, oldukça cesur bir tutumdur. Ancak bazı pozisyonlar, bazı söylem biçimlerinin dengelemeyi ve sınırlamayı gerektirdiğini unutmamak gerekir.
Üçüncü KonuAtatürk devri üzerinde yazan insanların, Batı’daki bu tür söylemlere kaynaklık eden Erich Jan Zürcher yorumundan etkilenmiş olabileceği görülmektedir. O kitabı herhalde okumuş olmalı ve bu etkiden dolayı, kendi değerlendirmelerini bu çerçevede şekillendirdiğini düşünüyorum. Zürcher, kaynak kullanımı açısından oldukça eksik bir yazar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sınırlı kaynak yorumcusu ve nakilcisidir. Eğer Avrupa kaynakları ile ilgileniyorsa, cumhuriyet dönemi için Bernard Lewis’ten başlamalı ve Andrew Mango ile devam etmelidir. Hadi, Stanford Shaw’u beğenmiyorsanız, Paraşkev Paruşev’e kadar uzanabilirsiniz.
Daha Oturaklı Değerlendirmeler Yapmalıİnsanların tarihteki bazı dönemlerle ilgili hoşnutsuz anıları olabilir. Ancak, böyle anılar bir imparatorluğun mirasçıları olarak Türk toplumu için bu tür üzüntüler yalnızca belli gruplara ait değildir. Rumeli’den gelenlerin ayrı travmaları, Kafkasya göçlerinden gelenlerin farklı hikâyeleri ve Rusya topraklarından gelenlerin bambaşka deneyimleri vardır. Bir ülkenin tarihi ne kadar zengin ve karmaşıksa, ki bu Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan büyük imparatorlukların mirasıdır, hakkında hüküm vermek de bir o kadar derin bir okuma ve düşünmeyi gerektirir. Daron Acemoğlu’nun bir iktisat ödülünü üçe bölerek alacak biri olduğunu düşünmüyorum; bu konuda kendisine haksızlık yapılmış olabileceğini de belirtmek isterim. Bu noktayı göz önünde bulundurarak daha dikkatli değerlendirmeler yapması tavsiye edilir.
Zavallı Nuruosmaniye
Bir zamanlar Eminönü Belediyesi’nin en talihsiz icraatı, Sultanahmet Meydanı’nı garip barakalarla donatmak olmuştu. Bu durum, geleneksel bir faaliyet haline dönüşemedi. Ne Sultanahmet Kitap Fuarı’na gitme alışkanlığı gelişti ne de İstanbul halkı, dışarıdan gelen ziyaretçiler, bu meydanda güzel bir gün geçirip etrafı gözlemleme alışkanlığını edinebildi. Bugünlerde yine İstanbul’un dört bir yanında belediyeler, en seçkin yerleri kulübelere terk ediyorlar. Çar Rusyası’ndaki şehirlerin semtlerinde fukaralığı temsil eden ve bizde de maalesef kasaba görüntüsünü İstanbul’a taşıyan bir yenilik bu. Daha birkaç yıl önce milyonlarca lira harcanarak tam 7 yılda restore edilen, 2016 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne giren Nuruosmaniye Camii’nin önündeki meydan, şimdi gördüğünüz üzere “gecekondularla” kuşatılmış durumda.
Bunun Mesulü Kim?
Kapalıçarşı’yı, Nuruosmaniye’yi ve Çemberlitaş Sütunu’nu ziyarete gelen bir İstanbullunun veya turistin bu çirkinliğe nasıl tahammül etmesini bekliyorsunuz? Bu tip barakalarda belediyelerin ne kazandığı beni hiç ilgilendirmiyor. Çünkü vergi mükellefinin cebinden çıkan parayla biçimlendirilen bir meydana, bu tür çirkinliklerin gereksiz olduğunu düşünüyorum. İstanbul halkı, güzel şeyler görmek istiyor. Değişik ortamlarda gezinmek istiyor. Bari bunalan ruhumuz açığa çıksın; bunu bile çok görmeyin. Bunun mesulü kim? Fatih Belediyesi mi yoksa Büyükşehir Belediyesi mi? Şunu söyleyebilirim ki, belki birbirinize muhalif olduğunuz için “Nasıl olsa ben değilim” diyebilirsiniz ama insanlar, bu işin kimden kaynaklandığını fazla merak etmezler; sonuçta iş, büyükşehir belediyesine patlar.
Kaynak: Patronların Dünyası