34,6665$% 0.02
36,6736€% 0.77
43,9556£% 0.8
2.938,59%0,25
2.638,94%0,29
9.639,77%0,04
27 Kasım 2024 Çarşamba
Bipolar bozukluk, günümüzde giderek artan bir sıklıkla karşılaşılan psikiyatrik bir hastalık olarak, bireylerin duygudurum dalgalanmalarıyla yaşamlarını olumsuz yönde etkileyen bir durumdur. Bu bozukluk, bireyin işlevselliğini, sosyal hayatını ve genel yaşam kalitesini ciddi şekilde tehdit ederken, aynı zamanda majör depresyon gibi daha ağır durumlarla da sonuçlanabilir. Bipolar bozukluk genellikle bireylerin henüz genç erişkinlik döneminde, yani yaklaşık 17 yaş civarlarında başlar ve dünya genelinde görülme sıklığı %0,9 ile %1,7 arasında değişiklik göstermektedir. Bu oran düşük gibi görünse de, dünya genelinde önemli bir hasta kitlesini etkilemektedir. Bipolar bozukluğun cinsiyet ayrımı olmaksızın her bireyde ortaya çıkabileceği araştırmalarla kanıtlanmıştır (Dağıstan, 2021). Ülkemizde ve dünya genelinde bipolar bozukluk tanısı almış bireylerin sayısı artış göstermektedir. Geçmişte bu bozukluğun tedavisinde yalnızca ilaç tedavisi ve belirli psikoterapi türleri uygulanırken, günümüzde bilişsel davranışçı terapi (BDT) ile birlikte daha etkili bir tedavi sağlanmaktadır. Erken erişkinlik döneminde bipolar bozukluk tanısı konulan bireylerin birinci dereceden akrabalarında bu hastalığın görülme olasılığı daha fazladır. Ayrıca, depresyon tanısı almış bireylerin yaklaşık %10’unda 5-10 yıl içerisinde bipolar bozukluk gelişimi gözlemlenmektedir (Özdemir, 2021).
Duygudurum bozuklukları tarihi, milattan önceki Yunan ve Roma dönemlerine kadar uzanmaktadır. Mani kavramı, antik dönemde yaşamış olan ünlü şair Homeros tarafından ilk kez M.Ö. öfke ve hiddet anlamında kullanılmıştır (Karabaş, 2017). Bu kavramı ve melankoli terimini sistematik olarak ele alan ilk kişi, Hipokrat’tır; bu bağlamda melankoliyi çökkünlük olarak tanımlamıştır. Hipokrat, bu durumu keder, umutsuzluk, mutsuzluk ve uykusuzluk gibi belirtilerle betimlemiştir (Avcı, 2022). M.S. döneminde Kapadokyalı Aretaeus, mani ve melankoli arasında bir ilişki olduğunu saptamış ve aynı bireyin bu iki durumu farklı zaman dilimlerinde yaşayabileceğini belirtmiştir (Çörekçioğlu, 2016). Emil Kraepelin, manik depresif bozukluk spektrumunu geliştirerek bu bozukluğu şizofreniden farklı bir kategoriye yerleştirmiştir (Bektaş, 2021). Karl Kleist, duygudurum bozuklukları arasında ilk kez tek uçlu ve iki uçlu ayrımını yapmıştır. Günümüzde kullanılan modern bipolar bozukluk sınıflandırması, Dunner ve arkadaşları tarafından geliştirilmiştir (Karabaş, 2017).
Bipolar bozukluk, belirli bir düzenin olmadığı, tekrarlayan manik ve depresif ataklarla seyreden kronik bir duygudurum bozukluğudur. Bu hastalığın en belirgin özelliği, duygudurum dalgalanmalarıdır (Yeloğlu & Hocaoğlu, 2017). Bipolar bozukluk, hızlı yükselmeler ve düşüşlerle seyreder. Dünya nüfusunun %1’inden fazlasını etkileyen bu bozukluk, genç bireylerde işlevselliği ciddi şekilde etkileyebilir. Bipolar bozukluğun belirtileri, genellikle 21 yaşından önce ortaya çıkar (Ertan & Çetinkaya, 2018). Bipolar bozukluk manik ataklarla BB-I, hipomanik ataklarla BB-II olarak sınıflandırılır. BB tanısı genellikle 16-25 yaşları arasında konulurken, 18 yaş altındaki bireylerde tanı alma oranı %33’tür (Alan & Akdemir, 2021). Bu belirtiler genellikle 15-19 yaşları arasında ortaya çıkar. Küçük yaşta başlayan bipolar bozukluğun sürekliliği ve özellikleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır (Güzel, Tahiroğlu, Bahalı, & Avcı, 2004).
Bipolar bozukluğun ağırlığı, beş ana madde ile ölçülmektedir. Bu maddeler şunlardır:
Bu belirtilerin en az ikisinin varlığı gerekmektedir; dört veya beş belirti halinde ise durum ağır olarak tanımlanabilir. Sağlık ve ruh sağlığı kuruluşlarına göre, bipolar bozukluk ve yaygın depresyonun ortak ve belirgin özelliği bunaltıcılıktır. Bipolar bozukluk tanısı almış bireylerde genellikle çökkün duygu durumu, karamsar düşünceler, sürekli düşük enerji hissi ve iştahsızlık gibi belirtiler gözlemlenir. Bu durum kişinin intihar düşüncelerine kapılmasına sebep olabilir. Çocuk ve ergenlerde belirtiler, erişkinlere göre farklılık gösterirken, yaşlılarda daha çok bedensel yakınmalarla seyretmektedir (Sayıl, 1998). BB hastaları fiziksel olarak dağınık bir hali benimseyebilir, gereğinden fazla konuşma çabası gösterebilir ve öfke patlamaları yaşayabilirler. Bu durum, hastanın bedensel yorgunluğuna neden olur, ancak hasta dinlemeye vakit ayırmak istemez (Dursun, 2008).
Bipolar I bozukluğu, mevcut verilere göre toplumun ortalama %1’inde görülmektedir. Bu bozukluğun görülme sıklığı, cinsiyet ayrımı olmaksızın her yaş grubunda gözlemlenmektedir (Dursun, 2008). Genellikle 17-25 yaş aralığında ortaya çıkmaktadır (Yeloğlu & Hocaoğlu, 2017). Medeni hal açısından bekar bireylerde, evli bireylere oranla daha fazla görülme sıklığı gözlemlenmiştir; bu durum aile içindeki geçimsizliklerle ilişkilendirilmektedir (Adıgüzel, 2018). Araştırmalar, kadınlarda depresyon dönemlerinin daha yaygın olduğunu, erkeklerde ise manik dönemlerin daha sık görüldüğünü ortaya koymaktadır. Çevresel ve psikososyal etkenlerin de etkisi bulunmaktadır (Adıgüzel, 2018). Bipolar bozukluk tanısı almış bireylerin işsizlik oranı genel popülasyona göre daha yüksektir. Bu bireylerin aileleriyle iletişimleri zayıflamakta ve sosyal aktivitelere katılımları azalmaktadır. Ayrıca, bilişsel işlevlerde zayıflık gözlemlenmektedir (Cesur, 2017).
Bipolar bozukluk genellikle genç erişkinlik ve ergenlik döneminde ortaya çıkan bir durumdur. Bu bozukluğun etiyolojisi, biyolojik ve psikososyal etkenlerin etkileşimiyle şekillenmektedir. Bipolar bozukluğun nedenleri, genetik ve çevresel etkenler olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Aile içindeki araştırmalara göre, bu bozukluğun genetik etkileri olduğu gözlemlenmiştir. Toplumda gözlemlenen %1 oranındaki bipolar bozukluk, birinci derece akrabalar arasında 5-10 kat daha fazla görülmektedir (Adıgüzel, 2018). Genetik aktarımda kadınların erkeklere göre 2 kat daha fazla etkilenme riski taşıdığı, ancak çocuklar arasında cinsiyet farkı olmadığı araştırmalarla gösterilmiştir (Kesebir, İnanç, Bezgin, & Cengiz, 2013). Ebeveynlerden birinde bipolar I bozukluk bulunan bireylerin çocuklarında bu hastalığın görülme oranı %50 ve üzerindedir (Öz, 2018). Genel olarak, bipolar bozukluk tanısı almış bireylerin akrabalarında aynı hastalığın görülme olasılığı yüksektir. Birinci derece akrabalar arasında bipolar bozukluk görülme olasılığı %3-8 arasındadır. Çift yumurta ikizlerinde bu oran %14, tek yumurta ikizlerinde ise %57’ye kadar çıkmaktadır (Bilen, 2021). Ayrıca, bipolar tanısı almış kişilerin çocukluk dönemlerinde yaşadıkları travmalar ve kötü deneyimler, bu hastalığın gelişiminde risk faktörü oluşturabilmektedir (Kılıç, 2017). Çevresel etkenlerin bipolar bozukluk üzerindeki etkileri tam olarak net değildir. Ancak çocukluk çağı travmalarının, hastalığın erken başlangıcında etkili olduğu düşünülmektedir. Atakların şiddeti ve sıklığı, bireyin kişilik özellikleri ve yaşamındaki stresli olaylarla doğrudan ilişkilidir. Ayrıca, bireyin kişilik yapısına bakılmaksızın, psikososyal etkenler olmadan da hastalık atağı başlayabilir (Öz, 2018).
Seligman’ın davranışçı kuramında öğrenilmiş çaresizlik kavramı ön plana çıkmaktadır. Seligman, olumsuz uyaranlara maruz kalan bireylerin, bu durumdan nasıl çıkacaklarını bilememeleri sonucunda çaresizlik hissi geliştirdiklerini belirtmektedir (Karabaş, 2017). Basco, duygusal düşüncelerdeki farklılıkları, manik ve depresyon dönemlerinde psikososyal işlevselliğin nasıl etkilendiği üzerinden bir döngü olarak tanımlamıştır. Stres, duyguları daha da dalgalandırarak anksiyete ve öfkeye dönüşebilir. Duygularımız, davranışlarımızı etkileyebilir; olumsuz düşünceler kaygı ve mutsuzluk yaratırken, olumlu düşünceler daha aktif ve sosyal etkileşimlerde bulunma isteği doğurabilir. Manik atakların şiddetiyle birey, umutsuz ve çaresiz hissedebilir ve kendini besleyen bir döngüye girebilir (Maçkalı, 2014). Lam, Jones, Hayward ve Bright, bipolar bozuklukta bireyin biyolojik durumlarından kaynaklanan düzenli veya düzensiz yaşam tarzlarının dengesizliğe yol açabileceğini savunmuşlardır (Maçkalı, 2014).
Bilişsel kurama göre, bireyin depresyona yatkınlığının temelinde bilişsel çarpıtmalar yatmaktadır (Kefeli, 2017). Beck ve arkadaşları, depresyonu bilişsel bozukluk olarak tanımlamışlardır. Küçük yaşlardan itibaren, bireylerin geleceğe ve dış dünyaya karşı olumsuz bir bakış açısı geliştirdiği ve bu durumun depresyona yatkınlık oluşturduğunu belirtmişlerdir. Olumsuz düşünceler ve yargılar, depresyonun tetikleyicisi olarak ortaya çıkmaktadır. Bireylerin akıllarına gelen anlık olumsuz düşünceler ise “olumsuz otomatik düşünceler” olarak adlandırılmaktadır. Bu düşünceler, depresyonun süresinin uzamasına neden olur. Bilişsel kuramın manik dönemle ilgili bir açıklaması ise henüz bulunmamaktadır.
Freud, depresyon belirtilerinin yas sürecinde gösterilen belirtilerle benzerliğine odaklanmıştır. Depresyonda hissedilen sevilmeme ve özsaygı yitimi, yas sürecinde aynı şekilde yaşanmaz. Psikanalitik kurama göre, depresyonun oluşumunda bilinçdışı durumlar etkili olur; bireyin üst benliği katı ve cezalandırıcıdır. Bu durum, bireyin ilişkilerinde ambivalans yaratır. Sevgi ve nefret duyguları bir arada bulunur, ancak nefret genellikle bireyin bilincinin dışındadır. Bir değişimle birlikte bireyde yitim duygusu gelişir ve bu da kin ve nefretin uyanmasına yol açar, sonuç olarak özsaygı düşer. Değersizlik ve suçluluk hissi ortaya çıkar ve ruhsal çöküntü meydana gelir (Kefeli, 2017). Karl Abraham, depresyona neden olan baskıcı üst benliğin etkilerini ve manik bireylerin yasak ve kurallar olmadan özgür yaşama halini savunmuştur (Kefeli, 2017).
A. Kabarmış, taşkın ya da çabuk kızan, olağandışı ve sürekli bir duygudurumun ve amaca yönelik etkinlikte ve içsel güçte olağanüstü bir artışın olduğu ayrı bir dönemin, en az bir hafta (veya hastaneye yatırılmayı gerektiren durumlarda herhangi bir süre), neredeyse her gün, günün büyük bir bölümünde sürmesi.
B. Duygudurum bozukluğunun olduğu ve içsel güçte ya da etkinlikte artma olduğu dönem boyunca aşağıdaki belirtilerden üçü (ya da daha çoğu), çabuk kızan bir duygudurum varsa dördü, belirgin derecede vardır ve bunlar olağan davranışlardan önemli derecede farklıdır:
C. Duygudurum bozukluğu, toplumsal ya da işle ilgili işlevsellikte belirgin bir düşmeye neden olacak denli ya da kişinin kendisine ya da başkalarına bir kötülüğünün dokunmaması için hastaneye yatırılmasını gerektirecek denli ağırdır ya da psikoz özellikleri vardır.
D. Bu dönem, bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir madde, bir ilaç, başka bir tedavi) ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojik etkilerine bağlanamaz.
A. Kabarmış, taşkın ya da çabuk kızan, olağandışı ve sürekli bir duygudurumun ve etkinlikte ve içsel güçte olağanüstü bir artışın olduğu ayrı bir dönemin, en az dört ardışık gün, neredeyse her gün, günün büyük bir bölümünde sürmesi.
B. Duygudurum bozukluğunun olduğu ve içsel güçte ya da etkinlikte artma olduğu dönem boyunca aşağıdaki belirtilerden üçü (ya da daha çoğu), çabuk kızan bir duygudurum varsa dördü, sürmüştür, bunlar olağan davranışlardan önemli derecede farklı ve belirgin derecede olmuştur:
C. Bu dönem, kişinin belirtisiz olduğu zamanlarda olduğundan çok daha değişik, işlevsellikte belirgin bir değişikliğin görüldüğü bir dönemdir.
D. Duygudurum bozukluğu ve işlevsellikte olan değişiklik başkalarınca gözlenebilir.
E. Bu dönem, işle ilgili işlevsellikte belirgin bir düşmeye neden olacak denli ya da kişinin kendisine ya da başkalarına bir kötülüğünün dokunmaması için hastaneye yatırılmasını gerektirecek denli ağır değildir. Psikoz özellikleri varsa, söz konusu dönem tanım olarak mani dönemidir.
F. Bu dönem, bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir madde, bir ilaç, başka bir tedavi) fizyolojik etkilerine bağlanamaz.
A. Aynı iki haftalık dönem boyunca aşağıdaki belirtilerden beşi (ya da daha çoğu) bulunmuştur ve önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olmuştur; bu belirtilerden en az biri ya (1) çökkün duygudurum ya da (2) ilgisini yitirme ya da zevk almamadır.
B. Bu belirtiler klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
C. Bu dönem, bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojik etkilerine bağlanamaz.
Bipolar I bozukluğunda mani dönemi kesin olarak görülmelidir ve bu durumun en az bir hafta sürmesi gerekmektedir. Ayrıca birkaç manik ya da karma döneminin olması da gereklidir. Mani döneminin öncesinde veya sonrasında majör depresyon ya da hipomani görülebilir (Küçük, 2016). Çoğunlukla majör depresif ataklar yaşanan bir evredir (Pirinççioğlu, 2020). Bipolar I tanısı koyabilmek için bireyin en az bir defa mani dönemi yaşamış olması gerekmektedir. Sonrasında veya öncesinde yaşadığı hipomani ya da majör depresyon evreleri tanı koyma şartı değildir (Öz, 2018).
Mani tanısı için bireyin benlik saygısında abartılı bir artış, uyku gereksiniminde azalma gibi belirtiler göstermesi gerekmektedir (örn. birey birkaç saatlik uyku ile dinlenmiş hissetmesi). Ayrıca birey, sosyal etkinliklere katılmak için aşırı bir istek gösterebilir ve cinsel isteğinde artış yaşanabilir (Kılıç, 2017). Bu dönemde birey, her şeye çabuk kızan bir tutum sergileyebilir ve en az bir hafta boyunca bu durum neredeyse her gün devam etmelidir. Bu dönem, kullanılan maddelerin (ilaç ya da uyuşturucu gibi) ya da başka bir sağlık durumunun etkileriyle açıklanamaz (Çakır, 2019).
Hipomani dönemine giren bireyler için tanı koyabilmek amacıyla mani döneminde yaşanan etkilerin en az dört gün boyunca devam etmesi ve yaşam fonksiyonlarında değişiklik yaratması gerekmektedir. Bu dönemde bireyde, kendisine zarar verecek kadar yoğun duygudurum bozukluğu gözlemlenebilir (Kılıç, 2017).
En az iki haftalık bir süreç boyunca bireyin depresif durumunun günlük hayatını etkilemesi, zevk veren etkinliklerden zevk alamaması gibi belirtiler ortaya çıkar. Bireyin, diyet yapmadığı halde kilo vermesi, uykusuzluk ya da sürekli uyuma hissi yaşaması ve neredeyse her gün yorgun hissetmesi bu dönemde sıkça görülür (Çakır, 2019).
Bipolar II bozukluğunda bireyde mani ya da karma dönemler görülmez. Bu durum, en az bir hipomani ya da uzun süreli tekrarlayan depresyon dönemlerinden oluşur. Bipolar I’e göre daha hafif belirtiler gösterse de, depresif dönemleri daha uzun sürmektedir (Tohumcu, 2019). Bipolar depresyonlu bireyler, bipolar depresyonu olmayan bireylere göre psikomotor becerilerde gerileme yaşar ve uyku süreleri daha fazladır. Bipolar II hastalarına tanı koymak oldukça zordur; hipomani belirtileri, mani dönemine göre daha belirsizdir (Pirinççioğlu, 2020).
Minimum iki yıllık bir süreçte hipomani ile birlikte majör depresyon döneminin tanı gereksinimlerini tam olarak karşılamayan, genel olarak depresyon belirtilerinin yaşandığı ve aralıklı olarak 2 ay süren kısa iyilik dönemlerinin görüldüğü bir duygudurum dalgalanmasıdır (Koca, 2020). Bu dönemde mani veya karma dönemlerin yaşanmaması gerekmektedir (Özkoparanoğlu, 2020).
Bu bozuklukta bireyde madde veya ilaca bağlı olarak ortaya çıkan, ardından klinik belirtiler olarak hızlı kızan, taşkın ya da çökkün duygudurum belirtileri gözlemlenir. Bazı bireylerde etkinliklere karşı belirgin ve sürekli bir ilgi kaybı ve zevk azalması görülebilir (Özkoparanoğlu, 2020).
Bu bozuklukta bireyde yaşadığı başka bir fizyolojik sağlık sorunu ile doğrudan bir ilişki bulunması gerekmektedir.
Bipolar bozukluk belirtilerini tam olarak karşılamayan ancak iki uçlu bozukluk özellikleri gösteren durumları kapsamaktadır.
Bipolar bozuklukla ilgili belirtilerin baskın olduğu ancak bipolar bozukluk için tanımlanan ölçütleri tam olarak karşılamayan durumları ifade eder.
Bilişsel davranışçı terapi, öğrenme kuramı ve bilişsel psikoloji ilkelerini temel alan bir yöntemdir. Duygu, düşünce ve davranışlarımızı yapılandıran bir terapidir. Kendall, BDT’nin temelini ödül sistemi oluşturma, yeterli psikoeğitim ve bilişsel yeniden yapılandırmaya dayandırmaktadır (Özcan & Çelik, 2017). 1960’lı yıllarda davranışçılık, psikoanalize alternatif olarak ortaya çıkmış ve zihin ile bedenin ayrılamayacağını savunmuştur. Temelinde İvan Pavlov’un köpekler üzerindeki klasik koşullanma deneyleri yer almaktadır. BDT, bireyin davranış ve ruh sağlığı bozukluklarını değerlendirip tedavi etmeyi amaçlar. Ayrıca, gelişimsel ve sosyal etmenleri de kapsamaktadır. Beck ve Ellis, 1970’lerde bilişsel kuramı geliştirmiştir; bu kuram, günümüz psikolojisine ve sosyal öğrenme kuramına entegre edilmiştir (Özcan & Çelik, 2017).
Bipolar bozukluk tedavisinde, biyolojik müdahalelerin yanı sıra BDT’nin de önemli bir rol oynadığı görülmektedir. BDT, bipolar bozukluğu iyileştirmeye yönelik dört temel amaç taşır: hastanın ilaç tedavisine uyumunu sağlamak, zamanında tanı koymak, yaşam becerilerini geliştirmek ve eş tanıların tedavisini gerçekleştirmek. BDT, hastaların işlevselliğini artırmayı, ataklarla başa çıkma yeteneklerini geliştirmeyi ve tedavi süreçlerinde sorumluluk kazandırmayı hedefler. Bu terapi sürecinde, bireyin yaşadığı ataklara özel müdahale yöntemleri belirlenir. Örneğin, hastaların ilaç kullanımını takip edebilecekleri çizelgeler oluşturmak gibi davranışsal müdahale teknikleri kullanılabilir. BDT, hastalığın yinelemesini önlemek amacıyla da bireylerin patolojik müdahalelere uyumunu destekler (Maçkalı & Tosun, 2011).
Özdel, Kart ve Türkçapar (2021) tarafından gerçekleştirilen bir sistematik derleme çalışmasında, bipolar bozukluk tanısı almış hastaların düzenli ilaç kullanımıyla tam iyileşme oranlarının düşük olduğu bulunmuştur. Depresyon ve mani ataklarının önlenmesi amacıyla BDT’nin önemli bir destekleyici yöntem olduğu kanıtlanmıştır (Özdel, Kart, & Türkçapar, 2021). Aydoğdu ve Dirik (2020), bipolar bozukluk belirtileri gösteren hastalar için duygu durumlarına yardımcı olacak ilaçlar ile birlikte BDT gibi sosyal psikolojik müdahale programlarının geliştirilmesi gerektiğini önermişlerdir. BDT’nin başarı ve etkisinde çelişkili sonuçlar elde edilse de, Farkındalık Temelli Bilişsel Terapi modelinin tedavi yöntemlerinde kullanılmaya başlandığı ve faydalı sonuçlar verdiği gözlemlenmiştir (Aydoğdu & Dirik, 2020). Özer, Dikeç ve Ata’nın (2020) “Duygudurum Bozukluğu Tanısı Alan Hastalara Uygulanan Rehabilitasyon Programları” başlıklı sistematik derleme çalışmasında ise, BDT uygulanan hastaların depresif belirtilerinde belirgin azalmalar ve sosyal işlevsellikte artış gözlemlenmiştir (Özer, Dikeç, & Ata, 27-36).
Sistematik derleme, araştırmacının belirlediği bir konu hakkında yapılmış olan araştırmaları kapsamlı bir şekilde tarayıp, kullanacağı bölümlerin dışlanma ve dahil etme kriterlerini kontrol ederek bulgularını sentezlediği bilimsel bir incelemedir (Aslan, 2018). Sistematik derleme, yalnızca konuyla ilgili bilgileri toplamayı değil, aynı zamanda tarafsız bir şekilde hangi çalışmaların kullanılacağına karar vermeyi ve bilgileri sentezleyerek oluşturmayı amaçlar (Çınar, 2021). Sistematik derleme yapabilmek için araştırmacının belirlediği konu ile ilgili yapılan tüm çalışmaları incelemesi gerekmektedir (Karaçam, 2013).
Bu araştırma sürecinde makalelerin tanımlanması ve seçilmesi gibi tüm ayrıntılar PRISMA (Sistematik İncelemeler ve Meta-Analizler için Tercih Edilen Raporlama Öğeleri) yönergelerinden yararlanılarak yürütülmüştür.
Çalışmada 2012-2022 yılları arasında Bipolar bozukluğun bilişsel davranışçı terapi tedavisi konusunda yapılmış araştırmalar incelenerek sistematik olarak derlenmiştir. Araştırmaya dahil edilecek çalışmaların toparlanması amacıyla “Bipolar bozukluk ve BDT”, “Bipolar bozukluk ve Bilişsel Davranışçı Terapi” anahtar kelimeleri kullanılarak Google akademik veri tabanında Türkçe olarak tarama yapılmış ve araştırmalar incelenmiştir. Çalışmaya anahtar kelime kullanılarak ve tam metne ulaşılan çalışmalar dahil edilmiştir. Belirtilen yıl aralığında bulunmayan, bipolar bozukluğu içermeyen, bilişsel davranışçı terapi içermeyen ve tam metne ulaşılamayan çalışmalar dışlanmıştır. Ele alınmayan çalışmaların sebepleri gösterilmiştir. Araştırma sürecindeki kullanılan arama terimleri aşağıdaki gibi gösterilmiştir (Şekil 1).
Arama terimleri “VE” bağlacı ile birleştirildi: Bipolar Bozukluk ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) |
Arama terimleri “VE” bağlacı ile birleştirildi: Bipolar Bozukluk ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) |
“Ve” bağlacı kullanıldı. |
İnceleme sürecinde kullanılan arama terimleri.
DAHİL ETME KRİTERLERİ | DIŞLAMA KRİTERLERİ |
|
|
Araştırmada kullanılan çalışmalar Google Scholar veri tabanında yapılan incelemelerde, “Bipolar Bozukluk ve BDT” ve “Bipolar Bozukluk ve Bilişsel Davranışçı Terapi” araması Türkçe olarak yapılmış olan olgu sunumları ve bilimsel makalelerden oluşan araştırmalarda toplam 35 sonuca ulaşılmıştır. Bulunan çalışmalarda yapılan incelemede dahil edilme kriterlerine uygun olarak 2012-2020 yılları arasında yapılmış 3 çalışma eklenmiştir. Çalışmada elde edilen bulgular PICOS tarafından hazırlanmış ve “Tablo 2″de sunulmuştur.
Yazar/Yıl/Ülke | Araştırma Tasarımı | Örneklem | Ölçekler | Müdahale | Karşılaştırma Grubu | Sonuçlar |
Kadir ÖZDEL, Ayşegül KART ve Mehmet Hakan TÜRKÇAPAR, (2021), Türkiye Ankara | Derleme Çalışması | 1384 hastayı kapsayan 19 randomize kontrollü çalışma | BDT çalışmasının ardından sosyal işlevsellikte artış ve mani döneminin şiddetinin azaldığı ve yineleme döneminin azaldığı görülmüştür. | |||
Burcu Ebru AYDOĞDU, Gülay Dirik (2020), Türkiye, Ankara | Bilimsel Makale | Bipolar bozukluk tanısı alan 148 kişiden oluşan çalışma grubu | Kaygı, Stres, Depresyon, Hipomani, Mani, Farkındalık | Temelinde farkındalık olan BDT’nin bipolar bozukluğu tanısı alan bireylerde olumlu sonuçlar elde edilmiştir. | ||
Duygu ÖZER, Gül DİKEÇ, Elvan Emine ATA (2020), Türkiye, İstanbul | Sistematik Derleme | Pubmed veri tabanından alınan 11 çalışma değerlendirilmiştir. | BDT ile uygulanan müdahalelerde bipolar bozukluk tanısı alan hastaların tedavi uyumu, işlevselliği ve yaşam kalitesi gibi olumlu değişim ve sonuçlar görülmüştür. |
Çalışmaya dahil edilen 3 çalışma, 2012-2022 yılları arasında yapılmıştır. Ele alınan çalışmaların 1 tanesi derleme çalışması, 1 tanesi sistematik derleme ve diğeri ise bilimsel makaledir. Çalışmaların örneklem grubu, bipolar bozukluğu tanısı alan tüm hastalardan oluşmaktadır. Özdel, Kart ve Türkçapar (2021) Ankara/Türkiye’de yaptığı derleme çalışmasında 1389 hastayı kapsayan 19 randomize çalışmayı ele almıştır. Bu hastalar üzerinde kaygı, depresyon, stres, mani, hipomani ve farkındalık testleri uygulanmıştır. BDT uygulanan hastaların sosyal işlevselliğinde belirgin bir artış, mani döneminde yaşanan atakların azalması ve yineleme döneminin azaldığı tespit edilmiştir. Terapide sonuç olarak hastalar olumlu yönde ilerleme kaydetmiştir. Aydoğdu ve Dirik (2020) Ankara/Türkiye’de yayınladıkları bilimsel makalede, 148 kişiden oluşan çalışma grubuna uyguladıkları farkındalık temelli BDT’nin bipolar bozukluk tedavisindeki yetersizliği ortaya koymuş ve BDT gibi sosyal psikolojik müdahale geliştirilmesinin önemini vurgulamışlardır. Özer, Dikeç ve Ata (2020) yayınladıkları Duygudurum bozukluğu tanısı alan hastalara uygulanan rehabilitasyon programları başlıklı sistematik derleme çalışmalarında, BDT ile uygulanan müdahalelerde bipolar bozukluk tanısı alan hastaların tedavi uyumu, işlevselliği ve yaşam kalitesi gibi olumlu değişim ve sonuçlar elde edilmiştir.
Bu çalışma, bipolar bozukluk tanısı almış bireylere bilişsel davranışçı terapi (BDT) ile tedavi üzerine yapılan bir sistematik derlemedir. Ele alınan çalışmalar, Google Scholar veri tabanında 2012-2022 yılları arasında dahil edilme kriterlerine uygun olan 3 çalışma ile sınırlıdır. Bipolar bozukluk için BDT, önemli bir terapi yönetimidir ve tedavi sürecinde ilaç tedavisinin yetersiz kaldığı durumlarda devreye girerek hastaların iyileşme oranını artırmakta ve yineleme olasılığını azaltmaktadır. BDT uygulanan bireylerde depresif durumlardaki azalma ve sosyal işlevsellikteki artış gözlemlenmiştir. BDT, hastaların yaşadığı mani ve depresif ataklara karşı daha bilinçli hale gelmelerini sağlamaktadır. Ancak bipolar bozukluk üzerindeki araştırma sayısı oldukça azdır. Bu nedenle, bipolar bozukluk konusunda araştırmaların artırılması ve BDT’nin her tedavi planında yer alması gerekmektedir.
Bipolar bozukluk, dünya genelinde yaygın bir patolojik bozukluktur. Bu bozukluğun tedavisinde ilaç tedavisinin yanında bilişsel davranışçı terapinin (BDT) önemi büyüktür. Günümüzde bu alanda yapılan çalışmalar artış göstermekte ve olumlu etkileri gözlemlenmektedir. BDT, bipolar bozukluğu olan bireylerin işlevselliğini artırmakta, hastalığı yenmelerine yardımcı olmakta ve stresli durumlarla başa çıkma yeteneklerini geliştirmektedir. Sonuç olarak, BDT, bipolar bozukluğu olan hastaların tedavisinde önemli bir destekleyici unsur olarak değerlendirilmeli ve sıklıkla uygulanmalıdır.
Kaynak: Doktor Sitesi